Curse of the Gods
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Ateşten Bedel, Dante

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Dante Libertà
Nike'in Oğlu | Kulübe Lideri
Nike'in Oğlu | Kulübe Lideri
Dante Libertà


Mesaj Sayısı : 12
Kayıt tarihi : 31/01/12

Curse of the Gods
Karakter Gücü:
Ateşten Bedel, Dante Left_bar_bleue0/100Ateşten Bedel, Dante Empty_bar_bleue  (0/100)
Uyarı Puanı:
Ateşten Bedel, Dante Left_bar_bleue0/10Ateşten Bedel, Dante Empty_bar_bleue  (0/10)

Ateşten Bedel, Dante Empty
MesajKonu: Ateşten Bedel, Dante   Ateşten Bedel, Dante EmptySalı Ocak 31, 2012 7:56 pm

Pencerenin kıyısında öylece duran
genç kadın tenine değen ay ışığıyla adeta parıldıyordu. Kimsenin
yataktan çıkmaya niyeti olmadığı şu sıralarda iki günahkâr az sonra
yaşayacaklarına kader deyip boyun eğmeye olabildiğince hazırlardı. Genç
kadın usulca perdenin bir kanadını tuttu ve pencereden gözüken lacivert
bir masa örtüsü olan alabildiğine göğün üzerinde tabak gibi duran ayı
incelemeye koyuldu. Gece sessiz bir korkuyla izlemekteydi ikisini.
İhanetin kol gezdiği odalarda az sonra arsız iki insanın sevimsiz
kahkahaları yansıyacaktı duvarlara.

Uzun boylu, kumral ve temiz yüzlü bir adam girdi salona. Yavaş yavaş
yaklaşırken genç kadına kalp atışlarını bileklerinde hissetti.
Pencereden usulca esen rüzgâr içine dolan sıcaklığı bastırmaya
yetemiyordu. Sevgilisinin tam arkasına geldiğinde usulca sarı
saçlarındaki buklelere dokundu. Korku ve heyecanın karışık olduğu bir
titreme geldi kadının üstüne.

"Bu gece gökyüzü bile senin gibi bir yıldızın diğer yıldızların yanındaki değerini anlamış."

Genç adam bunları derken kadının dudakları alabildiğine genişledi, belki
biraz daha gülse kulaklarına varabilirdi. Hızlıca dönerken kadın
cazibesine dayanabilmek gerçekten mümkün değildi. Üzerindeki gül pembesi
sabahlığıyla adeta bir kuğuyu andırıyordu. Bir balerin olduğunu belli
eden uzun bacaklarının üzerinde dönerken doğanın bile nefesi
kesiliyordu. Sönük ela gözlerinin aksine can alıcı siyah, uzun
kirpikleri sevgilisinin soluna adeta bir hançer gibi batıyordu o her göz
kırpışında. İki sevgili ne yaptıklarının farkında bile olmadan
hayatı akışına bırakmışlardı. Şuan ne gelecek önemliydi ne de geçmiş, ikisi de bulundukları anı en doruk noktasına değin yaşama planı içindeydiler.

"Ah Adrien, seni ne kadar özledim bir bilsen..."

Genç kadın bunları söylerken Adrien çoktan bir kedi gibi kadının boynuna
sokulmuştu. Daha çok istiyordu ondan, kokusunu istiyordu, saçlarını ve
kirpiklerini tabi ki de. Bedeninden öte ruhunu almak istiyordu belki de,
her şeyiyle onun olmasını istemesi nasıl da imkânsızdı görebilseydi
eğer belki de tüm bunları asla yapmayacaktı. Durup düşünmeden sevmek
istiyordu onu, düşünmenin yoruculuğunu daha dün tattığına inanıyordu.
Daha dün abisinin ölümünü tadan bu genç artık durmak tükenmek bilmeyen
vicdan azabının abisinin külleri gibi bedeninden uçuştuğuna inanıyordu.
Lakin tüm bunlar doğru değil, günah omuzlarında kaldıramayacakları kadar
büyümeye başlıyordu onlar nefeslerini birbirine her değdirdiklerinde.
Hissettikleri bir toz bulutuydu, onlar da rüzgâr... Toz bulutunu yok
edeceklerine daha da büyütmenin ne anlamı vardı ki? Adrien kanında sinsice dolaşan öldürme arzusunu bastırmaya çalışırken, karşısında gerçekten bu arzuyu elde edebileceği biri olduğunu biliyordu: Ophelia... Tam biçilmiş kaftandı onun için : bir o kadar saf, cahil ve sadakatsiz bir kadın. Onu öldürürse hem abisinin öcünü almış olacak hem de kendini daha da güçlü hissedecekti. Kendini bu düşüncelerden sıyırarak yeniden kadının o etkileyici büyüsüne kapıldığını hissetti.

"Ben de seni Ophelia. Ah, öyle özledim ki geceleri öldürmek istedim. Sadece gündüzler kalsın istedim geriye ve
sen kal. Dileseydin çevremizdekilerin hepsi geberebilirdi; ama sen bunu
asla istemedin.
"

Ophelia bu sözleri Adrien'in bu romantik haline bağlamaktan başka bir
şey yapmadı. Eğer onun nasıl bir psikopat olabildiğini görebilseydi
gözleri, şuanı tekrar bile etmeden yakıp giderdi. Adrien ne sandığı
kadar romantik ne de sandığı kadar bağlıydı ona. Bu sadece bir
kutlamaydı Adrien'in gözünde Ophelia ise az sonra getireceği şarabındaki
mezesi. Adrien'in dünyasında büyütebildiği tek şey kıskançlık ve kindi.
Pişmanlığı da vardı bir zamanlar önce, ama o Ophelia'yı tekrar tekrar elde
edince sönüp gidivermişti. Sevgilisini usulca kadife koltuğa bırakırken
yan taraftaki içki bölümüne yöneldi. İlk defa gittiği o saçma sapan
kurslardan biri işine yarayacaktı. Bugün için en güzelini seçmeliydi, en
kusursuzunu içmeliydiler şarabın.

Büyük bir hüzünle tekrar dönerken sevgilisinin yanına Adrien, resmen rol
yapıyordu. Az sonra gecenin Ophelia'nın kanına bulanacağını sadece
yıldızlar biliyor olmalıydı ki bu gece gökyüzünde tek bir yıldız bile
yoktu. Adrien'in içinden geçirdikleri resmen delilikti. Belki de
delirmişti, bilemiyordu, bazen delirdiğine inanıyordu ve planlarından
vazgeçmeye çalışıyordu. Sonrasında ise onu kötülüğe iten güç asla
durmamasını haykırıyordu kulaklarına.

Ophelia şarabını mutluluğa karışık bir hüzünle yudumladı. Mutluydu,
sevdiğinin yanında olduğu için… Hüznü ise sadece şuan yatağında mışıl
mışıl uyuduğunu sandığı kızı içindi. Onun babasız kalışından çok artık
onu göremeyeceğine üzülmesi şaşılacak şeydi. Ophelia'nın kafasında
Adrien'in aksine çok ters şeyler dönüyordu. O öyle bir cahillik ediyordu
ki ona âşık olmakla, gözü şuan hiçbir şeyi görmüyordu. İçkilerinin son
yudumundan sonra nereye gidebileceklerini hesaplıyordu yalnızca.
Kaçmalıydılar, ama nereye? Acaba İngiltere mi? Yoksa Amerika mı? Uçakla
mı gitselerdi yoksa bir deniz yolculuğu ikisine de iyi gelir miydi?
Yoksa daha sıcak bir yerlere mi gitmeliydiler? En azından şuna emindi
Ophelia: olabildiğince uzağa gitmeliydiler. Onları kimsenin bulamayacağı
bir yer neresiyse gitmeye hazırdı. Keşke küçük kızı Scarlett'i de
alabilseydi yanına, söylese ister miydi Scarlett? Ophelia büyük aptallık
yaptığını sonradan fark edip düşüncelerini sevgilisinin yüzüne
odakladı. Scarlett değil gitmek, annesinin yüzünü bile görmek
istemeyecekti; çünkü küçüktü ve aşktan zerre kadar anlamayacak,
babasının tarafını seçtiğini haykıracaktı yüzüne. Ne bekliyordu ki?

"Anneciğim iyi ki varsın." deyip boynuna sarılmasını mı? Yoksa "Amcam Adrien'le öteden beri çok yakışıyordunuz, beni de aranıza alın ve çok mutlu bir aile olalım." mı? Tamam, iyice karar vermişti Ophelia, çocuk burada kalmalıydı.

Onlar birbirlerine aşklarını olabildiğince şairane dile getire dursun,
fark etmemişlerdi onları gizliden gizliye izleyen bir hizmetkârı. Evet,
ikisi de düpedüz izleniyorlardı. Dalgalı saçları, buz mavisi gözleri ve
uzun boylu bir genç adamdı onları izleyen. İhanetin böylesini
görmemişti, nasıl bir kahpelikti bu ikisini yaptığı. Biri ölen
beyefendisinin eşi diğeri ise öz be öz erkek kardeşiydi. Durup birkaç ay
yas tutmadan böyle sırılsıklam günaha bulanmış ne yapıyorlardı? Onları
izleyen Ophelia'nın küçük kızının koruması Henry'ydi. Onları izledikçe
midesi bulansa da içindeki sesi dinliyor ve orada sessizce kalmaya
kendini zorluyordu. Ne yapmalıydı? Olanlara göz mü yumacaktı? Her sabah o
ikisinin yüzüne baka baka "Efendim", "Hanımefendi"
gibi saygı ifadeleri kullanıp zaten yukarıda olan egolarının daha da
katlanmasını izleyecek miydi? Ya Scarlett? O pek tabii bir gün olanları
öğrenecek ve sonra Henry'den hesap soracaktı. Küçük kızın yüzü
gözlerinin önüne geldikçe vicdan azabından tir tir titriyordu genç adam.


Açık pembenin hâkim olduğu ferah ve ılık odada uyuyan Scarlett ara sıra
gördüğü kâbuslardan birini görmenin dehşetiyle uyandı. Uyandığında
epeyce terlemişti küçük kız, dudakları sıcaktan çatlamış ve susamıştı.
Kuş tüyü yastığını ve vefat eden babasından kalan oyuncak tavşanını iki
yanına almış ara hole doğru yürüyordu. Görünürde hizmetçi olmadığına
göre herkes uyuyordu, neyse ki soğukkanlı bir çocuktu Scarlett. Diğer
çocuklar gibi olmadık şeylere inanmaz ve yaşıtlarının üstünde olgunlukla
yaklaşırdı her türlü şeye. Salona doğru her şeyden habersiz yürürken
hemen yanındaki boy aynasına takıldı gözü. Hemen hemen her gün gördüğü
kâbuslar onu yıpratmış ve ağlamaktan gözleri şişmişti. Şuan ki hali
oldukça perişan görünüyordu, babasını kaybetmenin şokunu hala atlatmış
sayılmazdı. Neyse ki annesi vardı, onu koruyup kollayacaktı. O an
babasının ne kadar asil ve kudretli olduğunu düşündü. İlk çocuğu
olduğu için Scarlett'e bir hanımefendi ve yahut bir prenses gibi
davranmıştı. Her gün beraber at koşturur ve satranç oynarlardı.
Sohbetlerde kızını kucağına oturtur ve misafirlerle konuşmasına izin
verirdi. Bugünün ailelerinde çoğu kişi bir erkek müptelasıdır gitse de
vefat eden Bay Étoiles diğerlerinin aksine hep bir kız çocuğu hasretiyle
yanıp tutuşmuştu. Bu yüzden hem eşine minnettardı, hem de kızına gözü
gibi baktırmıştı. Kızının bir cadı olduğunu öğrenmesi ona daha da
mutluluk katmıştı ve safkan bir cadı daha dünyaya ilk adımını attı diye
düşünmüştü o ilk büyüsünü ailesine sergilerken.

"Seni seviyorum."

Ophelia mutluluktan uçarcasına Adrien'in dudaklarına yapışmışken gizli
köşesine saklanmış Henry "Cehenneme gidin sizi pislikler!" diye
düşünüyordu. Scarlett yüzünden hissettiği vicdan azabı iki rezili
izlemeye zorlamıştı onu. Aniden bir tıkırtı duydu mutfaktan gelen,
gözlerini mutfağın ışığına dikti. Bu arada genç âşıklar da duymuştu
sesi, her ikisi de toparlanmıştı çabucak. Sonrasında ışık aniden sustu
ve ses kesildi.

"Gitmelisin."

Adrien bunu derken bir yandan da öfke duyuyordu içinde, kimdi bu
münasebetsiz? Kimsenin uyanacağını tahmin etmiyordu halbuki, planını
uygulamasına en fazla on beş dakika kalmıştı. Tam o anda beliren
Scarlett az önce gördüklerinin şaşkınlığı ile yaklaştı ikisine.

"Anne."

Tek diyebildiği bunlardı; ama o kelimenin söylediği çok şey vardı
aslında. Söylediği andan itibaren yanağında inci tanesi gibi beliren
gözyaşı çok şey anlatıyordu aslında. "Anne
siz neden böylesiniz?", "Anne neden amcamla babama ihanet ettin?",
"Anne siz ne yapıyorsunuz?", "Anne bana yazık değil mi?", "Anne susma!
Söyle bir şey! Yalan söyle, dök, saç!"

"Çocuğu öldürmeliyiz."

Adrien bunu dediği itibariyle odadaki herkes donmuştu. Scarlett
amcasının ona böyle bir şey yapmayı dile getirebildiğine akıl
erdiremiyordu, Ophelia bir rüyadan uyanmış gibiydi, yüzündeki korku,
dehşet ve pişmanlık ruhuna katmer katmer acı dağıtıyordu sanki. Henry
dişlerini sıkmış, Scarlett'e olabilecek her türlü şeyin olasılığını
düşünerek hazırda bekliyordu. Bir yandan da Scarlett'in babasının ona
yaptığı iyilikler geliyordu aklına. Bay Étoiles, Henry'yi oğlu gibi
sevmiş, büyütmüş ve okutmuştu. Henry ise Bay Étoiles bunu istememesine
karşın hissettiği hürmet için burada Scarlett'in hizmetkârı görevini
görüyordu. Yoksa istese gidebilir, kendine bir iş bulabilirdi, hatta Bay Étoiles'ın ona bahşettiği soyadıyla birçok meslekte dikiş tutturabilirdi. Yalnız şu
da vardı ki onu bir değil daha da çok şey bağlıyordu buraya, o Scarlett'e
küçüklüğünden beri bir ilgi duyuyordu. Ağırbaşlılığı, sevecenliği,
konuşkanlığı ve yeri geldiğinde o güzel sessizliği...

"Delirdin mi sen?!"

Bu sefer bağıran Ophelia'ydı. Sesini yükseltmiş ve ilk defa Adrien'i bir
düşman olarak karşısına almıştı. Adrien artık maskesini çıkarma
zamanının geldiğini anladı, o iki aptalı öldürecek kadar gücünün
olduğunu hissediyordu. Scarlett küçüktü, Ophelia ise çok iyi bir büyücü
sayılmazdı. Büyücülük okulunda evlilik ve müzik aşkıyla yanıp
tutuşmasaydı belki böyle sonunu yazmayacaktı; ama kader insanları nerede
çukura düşüreceğini iyi biliyordu. Adrien sinsice asasını çıkardı ve
önce Ophelia'ya sonrasında ise Scarlett'e hızlıca salladı.

"İmferedem Secrum!"

Adrien belki Ophelia'yı lanetleyebilmişti; ama bunu Scarlett'te
uygulayamamıştı. Çünkü Henry hızlıca saklandığı yerden çıkarak asasını
salladı. O ana kadar hiç böyle bir duygu yaşamamıştı: birini koruma
içgüdüsü...

"Alfa!"

dediğinde hızlıca Scarlett'i kaptı ve aynı hızda merdivenleri inmeye
başladı. Alev alan iki günahkârın çığlıkları büyük salonu taşmıştı.
Uyuyan hizmetkârlar büyük bir hengâme oluşturarak uyandılar. Her taraf
alev almaya başlarken küle dönüşmeye büyük köşk oradan uzaklaşan Henry
ve Scarlett'e elveda ediyor gibiydi. Scarlett zorla nefes alıyor ve
gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu, Henry ise ondan farksızdı bu
ılık havaya rağmen yaşadığı dehşetten dolayı vücudu buz kesmişti.
Neredeyse sayıklar şekildeydi, sürekli Scarlett'i yatıştırmaya çalışır
ve kendine de aynısını uygular gibi bir hali vardı. En sonunda kucağına
aldığı küçük kızı ıssız bir ormanın biraz gerisinde indirdi.

"Scarlett..." dedi nefes nefese.
"Senden
bir söz almak zorundayım. Bana bir söz ver, bu gece tüm bu olanlar,
yapılan büyüler, işlenen ihanetler, hepsi aramızda kalacak ve sen bu
sırrı tuttuğun sürece ben seni korumaya devam edeceğim. Söz mü?
"

Scarlett tutamadığı gözyaşları ve boğazına takılan hıçkırıklarla beraber
başını salladı. Küçük bir çocuk için büyük bir dehşet olsa gerekti, her
şeyini kaybetmenin şokuyla hareket etse de Henry'ye herkesten çok güveniyordu.

"Söz veriyorum Henry."

Sesi olabildiğince titrek ve cılız çıkıyordu. Henry bu sefer Scarlett'in elini tutarak yürümeye başladı. Yapacakları
bir su gibi beynine doluşuyordu. Önceliği tabii ki de Scarlett'i güvende
tutmak olacaktı. Bir yer bulmalıydı ikisi için, şöyle en az bir haftalık güvenli ve gözlerden ırak bir fakirhane bulsa iyi olacaktı. Sonrasında ikisine kalacak yeni bir köşk tutmalıydı Scarlett ve onun Bay Étoiles'tan kalma mirasıyla.
Daha sonrasında iseScarlett'in gitmesi gereken bir okulu vardı tabii. Az önceki andan şuana kadar düşündükleri ne kadar da anlamsızdı.

"Peki, o zaman şimdilik ormanlıktaki bir yakınımın evine gidiyoruz. Tamam mı?"

"Peki."

Karanlık orman bu iki saf insanı içine çekmeye başlamıştı. Ötüşen cırcır
böcekleri bu gecenin dedikodusunu yapıyordu sanki. Uzayıp giden ağaçlar
Scarlett'e acıyor gibi bakmakla beraber lacivert gökyüzünde iki yıldız
belirmişti şimdiden. Scarlett başını göğe doğru kaldırıp o iki yıldıza
dikti gözlerini. Ya şimdiydi ya da asla...


Dip not: Bu bir başka sitede puan yükseltmek için yazdığım RP'dir. Bilginize.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Sydney A. Bernard
Admin | Poseidon'un Kızı
Admin | Poseidon'un Kızı
Sydney A. Bernard


Mesaj Sayısı : 373
Yaş : 26
Kayıt tarihi : 01/10/11

Curse of the Gods
Karakter Gücü:
Ateşten Bedel, Dante Left_bar_bleue4/100Ateşten Bedel, Dante Empty_bar_bleue  (4/100)
Uyarı Puanı:
Ateşten Bedel, Dante Left_bar_bleue0/10Ateşten Bedel, Dante Empty_bar_bleue  (0/10)

Ateşten Bedel, Dante Empty
MesajKonu: Geri: Ateşten Bedel, Dante   Ateşten Bedel, Dante EmptyÇarş. Şub. 01, 2012 5:27 pm


    Aşırı derece sürükleyici bir rp idi. Uzun zamandır açıkçası böyle keyif aldığım ve sürüklendiğim bir rp okumamıştım. Bana kalırsa heyecanlıydı. Betimlemeler harikaydı, ne çok ne de az tam kıvamında. Kurguyu da çok beğendim. Renk uyumu da aynı şekilde mükkemmeldi kısacası. Tek gözüme batan nokta boyut daha küçük ve sağ tarafa kaydırılan bir rp olmasaydı daha iyi görünümlü bir rp olabilirdi. Ancak bu bazen yetkinforum'un kendiliğinden de kaynaklanıyor. Bu yüzden puan kırma gereğinde bulunmuyorum. Puanınız 100. Keyifli rol oyunları dilerim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Ateşten Bedel, Dante
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Dante!
» Angelus Dante
» Dante Wayle
» Dante (Scarlett Demon)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Curse of the Gods :: RPG Puan Belirleme-
Buraya geçin: