Curse of the Gods
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Kırmızı Şehir

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Larandes Roëjan
Köken Büyücü
Köken Büyücü
Larandes Roëjan


Mesaj Sayısı : 51
Kayıt tarihi : 29/11/11

Curse of the Gods
Karakter Gücü:
Kırmızı Şehir Left_bar_bleue0/100Kırmızı Şehir Empty_bar_bleue  (0/100)
Uyarı Puanı:
Kırmızı Şehir Left_bar_bleue0/10Kırmızı Şehir Empty_bar_bleue  (0/10)

Kırmızı Şehir Empty
MesajKonu: Kırmızı Şehir   Kırmızı Şehir EmptyCuma Ara. 02, 2011 6:28 pm

Silje & Larandes
Kırmızı Şehir 10xt0 Kırmızı Şehir 10y6m


En son Larandes Roëjan tarafından C.tesi Ara. 10, 2011 7:42 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Larandes Roëjan
Köken Büyücü
Köken Büyücü
Larandes Roëjan


Mesaj Sayısı : 51
Kayıt tarihi : 29/11/11

Curse of the Gods
Karakter Gücü:
Kırmızı Şehir Left_bar_bleue0/100Kırmızı Şehir Empty_bar_bleue  (0/100)
Uyarı Puanı:
Kırmızı Şehir Left_bar_bleue0/10Kırmızı Şehir Empty_bar_bleue  (0/10)

Kırmızı Şehir Empty
MesajKonu: Geri: Kırmızı Şehir   Kırmızı Şehir EmptyCuma Ara. 02, 2011 6:28 pm

    Biriydi, kayıp, olmasının olmamasından hiçbir farkı olmayan, olmamış, olmak istemeyen biriydi. Biriydi, birileriyle yaşayamayan, birileri içine girdiğinde bütün sığınaklarını tek tek gezdiren ve sonra tek hamlede mat edilen biriydi. Zafer ve mağlubiyet; olması veya olmaması önemli olmayan şeylerdi onun için. Sadece şeyler için, şey yapıldığını, bu cümle içinde kullanılan şeyin yaşamak olduğunu bilirdi, bilirdi de bilmek bazen bilmemekten daha kötüydü. Kötülüğün olduğu yerde hep bir insan parmağı, hep bir kan, hep bir gözyaşı olurdu, bunu da bilirdi. Biriydi, sadece bir olmak isteyen, bazen de keşke hiç olmasaydım diyebilen, olmak ve olmamanın mesele olmadığını düşünen biriydi. Akşam üstleri bitişik yazıldığında ortaya çıkan anlamla, ayrı yazıldığında ortaya çıkan anlam anlamsız. Anlam adamın kalbinden akıyor, anlam bacaklarına çarpıyor kadınların, o kuru kalabalığın. Anlam ayıp ediyor bazen, canı fena halde dayak istiyor. Bir yumruk yetmiyor ki, bir kurşun lazım, ya da iyi bir gök gürlemesi. Ölmek, ölmemek, tıpkı sevmek ya da sevmemek gibi. Biriydi, çiçek kokularını ezberlerdi, papatya severdi, az yemek yerdi. Biriydi, severek bütün oyunu bozmuş, yaşanılası tüm geleceği yakıp yıkmış biriydi. Öylesine, yokluğunun varlığına değer kazandırmadığını bilen, bilerek, her şeye rağmen yaşamak, senaryoyu sürdürmek isteyen, zorunda olan biriydi. Umarsız, geldiği gibi gitmekte olan, değişmeyen, değişmeyeceğini bilen ve bundan zerre rahatsızlık duymayan biriydi. Biriydi, işte. Öylesine...

    Yüzleri renkten renge girmiş onlarca kadının boynuna yapışmış, bacak arasına girmek amacından başka bir şey gütmeyen onlarca adamın kahkahasını bastıran ritimlerin kulaklarına yaptığı baskıdan kurtulmaya çalışarak, binlerce günah çekti ciğerlerine. Bugün için fazla zorlamıştı şansını. Düşünmezdi. Gereksiz olduğunu bilirdi, hayatına sorgulamadan soktuğu tüm diğer her şeyin hissettirdiği gibi. Boşluk duygusundan başka yoğun olarak hissedilen, bir duygu yoktu derinlerde. Hangi alemde, neyin savaşını sürüyordu hâlâ bilinçsizdi. Bunun bilincinde olmak isteyip istemediği de tartışmaya açık bir konuydu ya. Sıska, çarpık bacaklarını sürükleyerek, zar zor, elindeki ahşap tepsi ile masasına ilerleyen kıza yöneldi bakışları, usulca. Göğüsleri, vücudunun diğer herhangi bir yeri ile oldukça tezat oluşturan, saçlarının rengini değiştirdiği takdirde ne aradığını bilmeyen bir adam için çekici sayılabilecek biriydi. Üzerinde bir aşağı bir yukarı gezinen hastalıklı bakışlardan rahatsızlığını gizleme zahmetine girmeden, yüzünü buruşturarak, ince parmaklarının kavradığı kokteyli sertçe masaya bırakarak uzaklaşan kızdan ayırdı gözlerini. Bardağa uzandı eli. Bekletmedi, fondipledi. Gittikçe kendini dahada yoğun olarak hissettiren acı, sınırlarını zorlar nitelikteydi. Kaçıncı kadehiydi, sahi? Sayamayacağı kadar çok... Zorla da olsa elini kaldırdı ve garson kızı tekrar yanına çağırdı. Durmayı düşünmüyordu, hayır. Yelkovan ve akrebin usanmadan sürdürdükleri kaçış devam ederken, başının vücudunun kaldırabileceğinden daha ağır olduğunu hissetti. Yavaş yavaş kendini müziğin ritmine bırakan bedeni, kendi akli iradesinin onaylamadığı davranışları sergilerken dudaklarına yerleşen hastalıklı gülümseme hiç solmadı. Solmayacağının bilincindeydi. Hiç bir şeyi bilmek istemezken, bunun bilincinde olması; ironiler denizinin şapşal prensi. Fazlası yoktu. Bir derin nefes daha çekti ciğerlerine ve onca kahkahaların bacak aralarına çarparak, yankılandığı masalardan birine kaydırdı gözlerini.

    Mavi, mor, kırmızı... Envai çeşit rengin utanmazca üzerinde oynaştığı, nefes kesen porselen cilde kenetlendi bakışları. Gözleri kısıldı. Eli başına kaydı. Uzun zamandır orada olan dudak kıvrımlarının yerini oval bir şekil aldı. Dudaklarından çıkmasını engelleyemediği ufak bir inilti karıştı, edepsiz ritimlere. Silje. Duraksadı. Kızın silüetinin belirdiği her film karesinde duraksardı. Öncesinin önemi yoktu. Titrek bir nefes çekti ciğerlerine. Düşünmeyi reddeden beyni, ayaklarının isteğine itaat etti. Yalpalayarak, nasıl göründüğünü zerre umursamadan, ayyaşça, vişne çürüğü kokusu yayarak, çekinmeden ilerledi kızın masasına. Mavi gözlerden süzülen boş bakışlar saplansa da bedenine yavaşlamadı. Başını hafifçe kızın saçları arasına aldı. Burun deliklerinden ruhunu esir almak üzere içeri süzülen oryantal çiçek kokuları, damarlarında kan kadar yoğun akan alkol ile harmanlanarak başını döndürdü. Dudaklarında hafif bir gülümseme, ve hislerinin verdiği tatminlik ile kızın kulağına uzandı. Bir eli çekinmeden kızın belini kavrarken, dudaklarından dökülmeyi bekleyen kelimeleri serbest bıraktı; "Büyüleyici kokun, belki de tercih edebileceğim en iyi alkol." Burnunu kızın saç diplerine yapıştırdı ve boğulma hissine şahit olmayı bekleyerek, doldurdu ciğerlerini onun kokusuyla. Ufak bir kahkaha attı ve yavaşça geri çekilerek elini kızın sıkkınlıkla masada uzanan eline uzattı; "Belki de bana küçük bir dans lütfetmek istersin?"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Silje Hjørdis
Athena'nın Kızı
Athena'nın Kızı
Silje Hjørdis


Mesaj Sayısı : 100
Kayıt tarihi : 12/11/11

Curse of the Gods
Karakter Gücü:
Kırmızı Şehir Left_bar_bleue0/100Kırmızı Şehir Empty_bar_bleue  (0/100)
Uyarı Puanı:
Kırmızı Şehir Left_bar_bleue0/10Kırmızı Şehir Empty_bar_bleue  (0/10)

Kırmızı Şehir Empty
MesajKonu: Geri: Kırmızı Şehir   Kırmızı Şehir EmptyCuma Ara. 09, 2011 7:17 pm

    Aynanın karşısında şöyle bir baktı kendine. Sarı saçları yoluk yoluk olmuş, mavi gözlerindeki ışıltı adeta emilmiş, dudakları ise kurumuştu. Mühim miydi? Herkes birinden nefret ettiğini, diğeriniyse sevdiğini sanırdı. Oysa yalandı. Evrendeki ‘muhakkak’ terimlere inancını yitirmiş, basit bir kız, belki de bir çatlak. Elindeki sigara bile onu terk ederken, genellemelerle vakit harcayamazdı. Herkes, her gün birkaç hücreyi gömüp, saç tellerine ve nicelerine veda ediyordu. Buram buram melankoli kokan cümlelerine rağmen bardağın dolu tarafından bakardı Silje. Her daim şükrederdi durumuna. Kimileri için bir umutsuz vakaydı, kendisi için de öyleydi aslında. Nefes aldığı sürece var olduğuna inandığı için aynaya bir taş fırlattı. Camın tuzla buz oluşunu soluksuzca izledi, daha ne kadar bahtsız olabilirdi ki? Soğuk algınlığından kıpkırmızı olmuş burnunu çekti. Viskinin gribe iyi geldiğini duymuştu, bundan iyi bir bahanesi olabilir miydi? Belki biraz dans da ederdi. Hayatının aslında normal olduğunu kanıtlamak istercesine sergilediği umutsuz davranışlar bir yana, sahiden de yalnız hissediyordu. Saçlarını özenle taradıysa da gelişi güzel bir topuzla bir çuval inciri berbat eden Silje, tekrar yapamayacak kadar argındı. Makyaj konusunda pek işinin ehli sayılmadığı için uğraşmadı bile. Yürümeyi bazen becerebildiği topuklularını giyerken, nereye gideceği hakkında hiçbir düşünceye sahip olmadığını fark etti. Yol boyunca pekâlâ karar verebilirdi, umursamadı, yalnızca dışarı çıktı ve değersiz bedenin sokağı tanımasını sağladı. Birkaç adımda problem çıkarsa da tuğlalar, bir süre sonra alıştılar genç kıza.

    Tüm dünyayı uman, doyumsuz insanlar… Aslında hastalıklı nefesleri havada saklanmayı başaramıyorlar, yalnızca asılı kalıyorlar ve dikkatsiz insanlar tarafından yutuluyorlardı. Ve adil mi deniyordu bu korkunç hayata? ‘Yüce Zeus’ ona göre bir egoistti. Diğer melezler bunu duysa kim bilir nasıl cezalar alırdı! Aykırı olmak yapısının temel hücresi olmasaydı, zorlukları göz ardı edebilseydi ve her şeyi akıl edemeseydi ne de güzel olurdu hayatı. Tüm beklentilerini yitirmiş, yetmişinde, tek dostu kedileri olan bir kadından farkı neydi? Hiç. Hayatını bir hiç olarak nitelendirmek şerefini yerle bir etse de, başkasına dahi gocunamazken, kendine nasıl darılacaktı? Aklında can bulan bir melodi, dışarı çıkmak adına çırpınıyordu. Jul, hep onun kadife sesli olduğunu söylerdi. Belki bir dost kıyağı, belki de öylesine bir palavra, her neyse. Birkaç notayı serbest bırakırken, düşünüyordu. Lakin sıradan düşünceler değildi bunlar. İsminin doğruluk payını düşünüyordu. Vibeke olan savaş, içindeki savaşın simgesiydi; fakat Silje… Asla bir şeye karşı kör olmamıştı ve olamayacaktı da. Realizmin hayali pençeleri tarafından ele alınmış, geri dönüşümü imkânsız yollarda harap olmuştu. Acınası bir halde olduğunu düşünmesiyle, yeniden şükretmesi arasında kaç saniye vardı? En fazla üç. Üç, sandığından da geç olabilirdi. Üç saniye sonra cansız bedenini sergiliyor olabilirdi ya da… Daha fazla düşünmemesi gerekiyordu. Ağrıyan şakaklarını ovarken, gördüğü ilk bara attı kendini.

    Barı ne renklendirdi ne de neşelendirdi. Okuduğu afili kitaplardaki karakterler gibi tüm ilgiyi üzerine çekmedi, çekemedi. Tahta masalardan birini gözüne kestirdi, ilerlerken birkaç adama çarptı. Yansıyan ışıklar yüzünden, tam bir yaşlı edasıyla gözlerini kırpıştırdı. Garsona rastlamak amacıyla tarasa da etrafını, garsondan çok daha fazla müteşekkir olacağı adamla göz göze geldi. Larandes Roëjan. Belki de evrendeki en mükemmel yaratıktı. Aslında gamze değil de yara olduğunu öğrendiği çukurları, kusursuz hatları ve kalın dudaklarıyla baştan çıkarmak için yaratılmıştı. Bir günahtı sanki, en ölümcüllerinden. Yine de tenine duyduğu arzuyu saklamakta ustalaşmıştı. Erkekler konusunda fazlasıyla çekingenleşen Silje, adam karşısında ne yapacağını bilemez olmuşsa da, bunu gizleyebiliyordu. Saçlarının arasına karışan başı, adeta anlamlandırdı saçlarını. Nefes alışverişi o kadar hızlandı ki, eliyle kalbini kontrol etme ihtiyacı duydu. Suratındaki arsız gülümseme, çehresinin dibindeyken, ne yapacağını nereden bilebilirdi? Beline değen parmakları, teninde yakılmadık zerre bırakmadı. Adamdan nefret ediyordu. Onda bu kadar büyük zelzeleler yaratmasından, basit bir oyuncak bebekmiş gibi kullanılmaktan, her şeyden. “Büyüleyici kokun, belki de tercih edebileceğim en iyi alkol.” Ona kapılmayan tek insan evladı bile yoktu, bundan adı kadar emindi. Kokusunu çalmadığı saç teli bırakmadı adam. Lanetin tekiydi. Kahkahasıyla, sözcükleriyle, ona uzattığı eliyle… “Belki de bana küçük bir dans lütfetmek istersin?” Reddetmeyi, adamı tam oracıkta dumur etmeyi her şeyden çok istese de, böyle bir fırsatı bir daha elde edemezdi. Hem anı yaşamalıydı, değil mi? Jul öyle söylemişti, ona inanmaktan başka çaresi yoktu. “Elbette.” diye mırıldandı, adamın elini kavrarken. Onu ortaya kadar sürükleyen adama uyum sağlamayı deniyordu. Hem müzikle hem de adamla bir bütün olmaya uğraşırken, kulağına yaklaştı. Cümlelerini akıllıca seçmeliydi, rezil olmak istemezdi. “Aslında Larandes, senin gibi düşünmeyi denedim, inan bana. Gücenme; fakat ürkünçsün.” Suratındaki ifadeyi tahmin edebiliyordu, bakmasına lüzum yoktu. Yine de yanlış anlamasını istemezdi, devam etti. “İlk gün bir orkide, ikinci gün bir papatya, üçüncü günse bir başkasına konuyoruz. Peki, yuvamızı unutursak ne için yaşarız?” Adamdan bir yanıt beklese de, çok üstelememesi gerektiğini fark etti. Sonuçta hiçbir bağları yoktu, değil mi? İsmini bile hatırlamıyordu belki de, kim bilebilirdi ki? “Bu konuşmayı sana çok kız yapmıştır, her neyse.” diyerek geri çekildi. Oysa biliyordu, daha önce kimse ona bu kelimeleri sarf etme cesaretine erişememişti. Silje bile hayret ediyordu kendine.

Sana bayıldığımı biliyorsun, biliyorum; fakat daha fazlası çıkamadı bu kafayla.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kırmızı Şehir
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Kırmızı Şarap.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Curse of the Gods :: Dünya :: Paris-
Buraya geçin: