Curse of the Gods
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Born To Die

Aşağa gitmek 
4 posters
YazarMesaj
Annalisa Kvamme
Cadı | Kulübe Lideri
Cadı | Kulübe Lideri
Annalisa Kvamme


Mesaj Sayısı : 299
Kayıt tarihi : 20/11/11

Curse of the Gods
Karakter Gücü:
Born To Die Left_bar_bleue12/100Born To Die Empty_bar_bleue  (12/100)
Uyarı Puanı:
Born To Die Left_bar_bleue0/10Born To Die Empty_bar_bleue  (0/10)

Born To Die Empty
MesajKonu: Born To Die   Born To Die EmptyCuma Ara. 30, 2011 11:53 pm

    11- Serbest Kurgu Görevi
    1) Kamp Meydanı
    2) Büyük Ev
    3) Moskova
    Katılacaklar: Annalisa Kvamme, Cuauhtémoc Piloqutinnguaq, Mae Majori, Jude Philippe, Ζεφυρος Καλυψω.



Bedenini var gücüyle ısıtmaya çalışan güneşe çevirdi gözlerini. Karanlık gözleriyle zıt bir edayla bakıyordu parlak yıldıza. Yüzüne yerleşen sinsi ifadenin altında neler geçtiğini normal bir insanın anlaması olağan bile değildi... Bebeksi tenini kavuran güneşten saklanmak için bir iki adım geriledi yatakhanesinde. Etrafındaki köken cadıların üzerinde gezdirdi gözlerini. Onları ele geçirmiş olan büyü gücünü hissedebiliyordu. Her zaman için o kadar güçlü olmak istemişti. Aklından geçen her şeyin yapılabilmesi. Harika bir duygu olurdu. Ancak kendisi için böyle bir şey mümkün değildi. Kim bilir kaçıncı kuşaktan alıyordu cadılık yeteneğini. Ve bu yıla kadar akrabaları arasında büyü gücüne sahip olan birisine bile rastlamamıştı. Tek genin kendisinde bulunması onu ulaşılmaz kılıyordu; ancak bu güne kadar gördüğü ve yaşadığı şeyler ölüm tarafından sarıp sarmalanmış kızı yıpratmaya yetmişti. Kimse bir porselen bebeğin neler yaşadığını bilemezdi. Derince nefes alıp göğsünü şişirdi. Simsiyah gözlerini gezdirdi etrafında. Ölen sevgilisini arıyordu gözleri. Neden onu geri getiremiyordu? Dünyadaki bütün ölüler onun emri altındayken neden o değildi? Küfretti kendi kendine. Bedeninde hissettiği baskıdan kurtulmak istercesine elleriyle kollarını sıvazladı. O, ölüme yataklık ediyordu; ona itaat ediyordu. Ve Tanrı, Annalisa'ya çoktan sırtını dönmüştü. Ona şu dakikadan itibaren ne yardım edebilirdi ki? Bedenine dokunan ruhlar dışında...

Küçük adımlarla kıyafetlerini koyduğu dolaba yöneldi. Kapağını açtığında boş bakışlarla bakındı. Uzun kollu, korseli, siyah elbisesini çıkardı dolaptan. Cadılara arkasını dönüp çıkardı üzerinden saten geceliğini. Yavaş hareket ediyordu. Eğer hızlı davranırsa yeterince dikkat çekecekti zaten. Soğuk havanın bedenine temasıyla birlikte ürperdi. Korsesiyle bir olan elbisesini aldı yatağının üstünden. İnce, uzun bacaklarını elbisenin belinden geçirdiğinde astarının çıkardığı ses onu mutlu etmişti. Hoşuna gidiyordu bu tür elbiseler. Kollarını elbiseye geçirdiğinde korsesini düzelterek göğüslerinin daha dolgun görünmesini sağlamıştı. Soğuk ve hafif titreyen elleriyle yavaş bir şekilde korsesinin satenden yapılmış iplerini sıkıyordu. Her ilmikte elbise bedenine iyice oturuyordu. Yere kadar uzanan elbisesinin altına giydiği rugan, siyah topuklu ayakkabılarını takırdatarak döndü kendi etrafında. Kendisine bakıyordu aynada. Bilek kısmında biraz uzun duran danteller beyaz teniyle harika bir uyum oluştururken, sert bakışlarını kapatmak istercesine yüzünün etrafını dolduran siyah bukleleri omuzlarından aşağıya dökülüyordu. Siyah paltosunu alıp kolunun üstünden sarkıttı. Kulübe dışına çıkacaktı; uzun zaman sonra hissettiği mutluluk duygusuyla birlikte yüzünde içten bir gülümseme belirdi. Çok abartılı olmayan siyah makyajının altında başını hafifçe öne eğip yavaş adımlarla çıktı dışarıya.

Kulübe dışına çıktığında havanın soğukluğunu fark etti. Biraz önce tüm parlaklığıyla kendisini gösteren güneş, şimdi yok olmuştu. Gri bulutlar hüzün içinde sarıp sarmalamıştı gökyüzünü. Dokunsalar ağlayacak bir vaziyette olan gökyüzünden ayırdı gözlerini. Koluna attığı siyah paltosunu giydi. Var olan dört düğmesinden üçünü ilikleyip yakalarını kaldırdı. Ellerini cebine sokup hızlı ancak dikkat çekmeyecek adımlarla kamp çıkışına doğru ilerlemeye başladı. Tek sorun; kamptan elini kolunu sallayarak çıkamayacağını bilmesiydi. Aklına gelen çözümlerle birlikte yürürken itaatkâr olan bedenleri çağırmak için dudaklarından büyü kelimeleri dökülmeye başlamıştı bile.

***

Soğuğun etkisiyle birlikte zaten beyaz olan teni iyice beyazlamıştı. Rugan ayakkabılarının çıkardığı sesle beyaz sokaklarda ilerliyordu. Etrafında konuşulan dili anlamadığını fark edince belli bir süre rahatsızlık hissetti. Rusça'ya dair hiçbir şey bilmiyordu. Tek bildiği şey "evet" demekti. Onuda düzgün söyleyemiyordu zaten. Fakat melez olduğu için kendisini şanslı sayıyordu. Ayrıca, ölen sevgilisi sayesinde Almanca'da öğrenmişti. Hafif yağan karın altında yavaşça yürüyordu. Sarı saçlı ve uzun boylu insanların arasında biraz kısa kalıyor, yabancı olduğunu fazlaca belli ediyordu. Etrafına bakındı. Uzun binaların içinde dünyaya küsmüş insanları tahmin edebiliyordu. Binalar bütün karamsarlığıyla insanın üstüne üstüne geliyordu. Yanından geçen bedenler ruhlarının ve cezalarının ağırlığıyla eziliyor gibi başlarını önlerine eğmişti. Kar tanelerinden kaçmayı bahane ediyorlardı aslında. Kararan havanın altında omuzlarına düşen kar taneleri ölüm meleğine benzetiyordu onu. Kollarına, boynuna, saç tellerine kadar tutunmuş olan ruhların ağırlığını hissediyordu. Bitkin bir şekilde başını eğdi.

Duraksadı bir an. Takip mi ediliyordu? Başını kaldırmadan yürümeye devam etti. İçine düşen kuşkudan kurtulmaya çalışıyordu. Ne yapabilirdi ki? Bir kafeye mi girmeliydi? Bu güne kadar hiç alkol almamıştı. Almayı da planlamıyordu ama bir bara gidip oturabilirdi. Üşüyen elleriyle paltosunun yakasını kaldırıp iyice örttü boynunu. Tırnak diplerinin soğuktan morardığını görünce tekrar ceplerine soktu. Hissettiği aura kızı tedirgin ediyordu. Hayatında ilk defa bu kadar güçlü bir şey hissediyordu. Omuzlarının üstünden arkasına baktığında peşine takılan uzun saçlı adamla göz göze geldi. Hissettiği ürpertiyle birlikte kulağına gelen sesleri yok etmeye çalıştı. "Ne bekliyorsun Anna? Bizim beden bulmamız için daha ne kadar tedirgin olman gerekiyor?" Yankılı ve farklı ses tonuyla kulağında çınlayan seslere aldırış etmemeye çalışıyordu. "Yapma. Kendini riske atıyorsun." İç gıdıklayıcı kahkahaların altında duyduğu belli belirsiz cümleyle birlikte başını salladı. "Lad mig være!"* Danca dökülen kelimelerin ardından sessizliğe bürünen ruhlar kızı iyice ürpertmişti. İlk defa bu kadar rahatsız olduğunu hissediyordu genç kız. Ara sokakların birisine saptı. Garip tabelaların arasında girdiği bir dükkanda bir anda büründüğü karanlık kişiliği ister istemez etrafına bakınmasına neden olmuştu. Mum ve tütsülerle donatılmış olan karanlık yerde kendisini huzursuz hissetmişti. Uzun yıllardır hayattaydı ancak böyle duygular ilk defa sarıyordu kızın etrafını. Yavaş yavaş gezdi küçük yeri. Etrafta kumaştan parçalar, insanların oturması için kurulmuş olan bir düzenek vardı. Yıldızı andıran düzenekte sağ üst kısmın üzerine durdu. Kapının açılmasıyla birlikte arkasını döndü ve gördüğü insan karşısında köşeye sıkıştırıldığını düşünmüştü. Dudaklarından fısıltılı bir şekilde dökülen sihirli kelimeler yavaş yavaş akıp gidiyordu. Ta ki karşısındaki uzun saçlı adam konuşana kadar...

*:
Bilgilendirme:
bak bi ömrö:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cuauhtémoc Piloqutinnguaq
Köken Büyücü | Falcı
Köken Büyücü | Falcı
Cuauhtémoc Piloqutinnguaq


Mesaj Sayısı : 85
Yaş : 29
Kayıt tarihi : 27/12/11

Curse of the Gods
Karakter Gücü:
Born To Die Left_bar_bleue0/100Born To Die Empty_bar_bleue  (0/100)
Uyarı Puanı:
Born To Die Left_bar_bleue0/10Born To Die Empty_bar_bleue  (0/10)

Born To Die Empty
MesajKonu: Geri: Born To Die   Born To Die EmptyC.tesi Ara. 31, 2011 3:48 pm

    Bulutlardan örülmüş ağı yırtarak yerküreye çarpan ışık, geri dönerken gökyüzündeki maviliği silmiş ve turuncu boyaya batırılmış bir fırça misali kendi benliğindeki sanatı semâya yansıtmıştı. Âm içinde alyâ, amâ ile dolmuştu çok kez. Âmâh-ı âmîje-âsâ bahr-i amîk içinde, âmût âdeta dükkân.

    Karanlık sarmış her yeri, yavaş yavaş büyüyor; sanki bir bitki… Kare şeklindeki odanın ortasında büyük, yuvarlak bir masa vardı, üzerinde her köşesi masanın bir ucuna değen yıldız ve ortasında beşgen şeklinde serilmiş kızıl bir bezle. Kartlar, taşlar ve mistik ortamı oluşturan tütsüler… Garip bir koku yayılmış odaya, karanlığı yırtmak istercesine çırpınan. Mumlarsa sanki kendilerini yiyip bitiren insanlar… Etrafı aydınlatırken eriyorlar her an.

    Adam, yarı çıplak bir şekilde dolaşırken odada, kendisi için birkaç kart açmak geldi aklına. Oturdu, koyu tenini belli eden sırtını dönerek kitaplığa. Kitaplık, kendisine ağır gelen yükü taşımamak için çabalıyor; biraz gıcırdayarak hayıflanıyordu. Aldırış etmeden onlarca kitabın sesine, ince parmaklarını gezdirdi destenin üzerinde. Seçti, yerleştirdi kartları ve bıraktı kartların üzerine aurasını. İlk kartını açtı, Deli. Acaba gerçekten tehlikede miydi? Yoksa başka kartlar kurtaracak mıydı hayatını? Sırası geldikçe kaldırdı kâğıtları, kendi geleceğinin haritasını çıkarttı.

    Sonra günlüğünü çıkarttı arkasına dönüp kitaplıktan ve yazdı gelecekte gördüklerini aldığı tüyle kafasından. Üzerinde bir el, ayasında kafatası ve parmakları arasında geziniyor şans muskası. “Birkaç çocuk gelecek, sadece meraktan. Onlarda parça var Tanrılardan.” Diye not etti defterine, sonra da kapattı kapağı kurumamış mürekkepler üzerine. Aklına bir şey daha geldi, hızla çevirdi sayfaları. “Tehlike yaklaşıyor, kurtulmak gerek ondan.” Diğerlerinin altına özenle ekledi, sonra tekrar kafatasını açtı. Tütsülerin kokusunu ciğerlerine çekerken kalktı ve günlüğünü eski yerine bıraktı. Ardından gitti odadan, fallardan uzaklaştı.


    *

    Muttasıl kötülükler silsilesi eşliğinde odaya girdiğinde oturmuş bir kızı gördü. Cuauhtémoc’un masada oturacağı yerin solunda durmuştu. Titrek mum ışığı, iki bedene de çarparken dudakları kıpırdadı adamın. Kıpırdadığını görmüş olmalıydı kâkülleri bir perde gibi alnına inen kız, ses yutulsa da karanlık tarafından. Asasını hafifçe kavradı Kızılderili, kaslı karnına yasladı elini. Çevirirken asasını kıza doğru yavaş yavaş, kelimeleri dudaklarından saldı.
    “Pür karanlıkla dolu bir beden, alacak mı canını bu falcının bilmeden? Aynı yaptığı gibi eski sevgiliye, istemeden.”

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Ζεφυρος Καλυψω
Poseidon'un Oğlu
Poseidon'un Oğlu
Ζεφυρος Καλυψω


Mesaj Sayısı : 46
Yaş : 29
Kayıt tarihi : 28/12/11

Curse of the Gods
Karakter Gücü:
Born To Die Left_bar_bleue0/100Born To Die Empty_bar_bleue  (0/100)
Uyarı Puanı:
Born To Die Left_bar_bleue0/10Born To Die Empty_bar_bleue  (0/10)

Born To Die Empty
MesajKonu: Geri: Born To Die   Born To Die EmptyPaz Ocak 01, 2012 2:15 pm

    Hava karardığında, gözlerini örten hasır şapkasını tekrar taktı başına. Bedenini sarıp sarmalayan, gökyüzü mavisi kıyafetin rahat hareket etmesini sağlayacağından emin bir tavırla adımını attı dışarıya. Soğuk, kıyafetlerini bir çırpıda aşıp bedenine dokunduğunda masum bir öpücük kondurdu âdeta vücuduna. Rüzgâr, suratına bir tokat atarcasına hızla çarptı ve hafifçe titredi dudakları. Güneşin her parçası kaybolduğunda gökten, her yeri saran bulutlar belirdi aniden. Göstermişti kendini Nyks, tüm yıldızlar çekildiğinde semadan. Çimenler, soğukla beraber solmuş çiçekler gibi boyunlarını büküp uzanmışlardı toprağın üzerine. Her birini ezip geçiyordu delikanlı, dünyanın adaletiymişçesine. Ayakları, hafif donmuş zemine bastıkça çıkan hışırtı bir sonbahar günü yürüdüğünü düşündürdü sarı örtü üzerinde.

    Genç, bir dedikoduya kulak vermiş ve düşmüştü falcının peşine. Dedikodu değil de sanki kampta yankılanan bir efsane... Şimdi kaçacaklardı kamptan üç melez, belki de ilk kez. Diğerlerini beklerken nasıl kaçacaklarını düşündü, aklına bir yol gelmiyordu. Bu tehlikeli olabilirdi ve zararlı da. Gerçekten istiyorlar mıydı bunu? Meraktan dolayı gidecekler miydi Falcıya?

    Diğerleriyle buluştuğunda kimse bir şey söylemeden fısıldadı gece karanlığında. “Annen örttü üzerimize geceyi ve baban yollayacak şimşeklerini.” Dinlemeden iki meleze de hitap eden sözcüklerine cevabın verilip verilmediğini, koyuldu yola, planı varmış gibi.


    *

    Araştırmaları sonucunda Moskova’ya henüz gelmiş kaliteli bir falcı olduğunu öğrenmişlerdi. Bunun üzerine buraya geldiklerinde dilini bilmediği sokaklarda gezmeye başladı çocuk, arkadaşlarıyla. Pek çok yer kaliteli, mimarî yapılarla donatılmış olsa da birkaç dar, yıkık ve garip sokaklar bulunuyordu. Soğuğun iliklerine kadar işlemesinin etkisiyle, kendisini sıkmıyor bilhassa güvende hissediyordu. Soğuk iyidir…

    Melezler, kamptan uzaktaki şehirde, ara sokaklardan birine saptıklarında etraflarını bir anda sarıverdi karanlık bir enerji. Her biri, âdeta korkuyla kaplanmış vücutlarını yavaş yavaş ilerlettiklerinde garip binalar arasında kapısı açık bir mekânın onları çeken havasına kapıldı; içeri girdiklerinde karanlığın hükmündeki iki insanla karşılaştı. Acaba karşılarındaki uzun, siyah saçlı iki bedenden biri falcı mıydı?



Baksanız ya:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Jude Philippe
Zeus'un Oğlu | Kulübe Lideri
Zeus'un Oğlu | Kulübe Lideri
Jude Philippe


Mesaj Sayısı : 348
Yaş : 30
Kayıt tarihi : 10/12/11

Curse of the Gods
Karakter Gücü:
Born To Die Left_bar_bleue0/100Born To Die Empty_bar_bleue  (0/100)
Uyarı Puanı:
Born To Die Left_bar_bleue0/10Born To Die Empty_bar_bleue  (0/10)

Born To Die Empty
MesajKonu: Geri: Born To Die   Born To Die EmptyÇarş. Ocak 04, 2012 8:24 pm

    Ay ışığının altında temkinli adımlar atarak ilerliyordu çocuk. Birkaç dakika içinde kamptan kaçacaktı, iki kişiyle birlikte. Hem dikkat çekmemeye hem de hızlı olmaya çalışıyordu, gecenin karanlığında Nyks’in hakimiyetini bozan tek şey oldukça aydınlık olan aydı. Nyks bunu fark etmiş gibi ayı gökyüzünün pamuk şekerleriyle sarıp sarmaladı, şimdi karanlık, geceye tam manasıyla hakimdi. Ellerini uzun siyah montunun cebine soktu, etrafın boş olduğuna emin olduktan sonra neşeli bir şarkı mırıldanarak ıslık çalmaya başladı.

    Ünü her yerde kulaklarına çalınan bir falcıya gidiyorlardı. Jude bunlara inanıyor muydu? Bu sorunun cevabını kendisi de bilmiyordu tam olarak, tek bildiği her şeye olduğu gibi, buna da alaycı bir şekilde yaklaştığı idi. Kendisi bir tanrının oğluydu, buna inanabiliyordu fakat falcıların gerçekliğine inanmıyordu. Bu ne kadar tutarlı bir davranış olarak görülebilirdi? Yine de birisinin karşınıza geçip geleceğinizi söylemesi kulağa pek gerçekçi gelmiyordu ona göre, geleceği yalnız bireyler belirlerdi, bireylerin hareketleri ve düşünceleri. Peki ya geçmiş? Geçmişi görebilirler miydi? Geçmişinin öğrenilmesi düşüncesi Jude’un bir anlığına olduğu yere çakılmasını sağladı. Yalnızca bir kişinin yarım yamalak bildiği geçmişini, başkalarının öğrenmesini istemiyordu. Yıllarca saklamıştı ve kesinlikle şimdi ortaya çıkmamalıydı.
    Gecenin karanlığında arkadaşlarının yanına, kampın kapısına vardığında tüm korkular üzerinden yağmur sonrası dağılan kara bulutlar gibi gitmişlerdi. Sahip olduğu gücün falcının göreceklerini karıştıracağına inanıyordu. Ya da çenesini kapalı tutmasını sağlardı, gerçekten bir falcı ise…

    # # #

    Moskova… Hafızasında silik silik anılar vardı burası ile ilgili, çoğu zamanda canını sıkan anılar. Buranın kar taneleri bile canını sıkıyordu o yüzden halbuki karı severdi, beyaza bürünmüş soğuk şehirler, onun doğal mutluluk alanıydı. Fakat Moskova ona sadece annesini, çok sonra öz annesi olmadığını öğrense de o her zaman annesi kalmıştır, ve onun ölümünü hatırlatıyordu.

    Jude kendi düşüncelerinin sesleri arasında sokakları bilinçsizce ilerliyordu. Bu işten hoşlanmamaya başlamıştı, ölen sevgilisini ve annesini hatırlamak onun için dünyanın en can sıkıcı işiydi, düşünceleri arasında ara sokaklardan birindeki garip küçük karanlığın hakim olduğu bir dükkana girdiklerini fark etmesi biraz zaman aldı, karşısında gördüğü iki siluetten birisi tanıdıktı, sadece tanıdık. O halde uzun siyah saçlı, biraz garip görünen ve çelimsiz gibi duran adam falcı olmalıydı, odanın içindeki kasvete rağmen dudakları kıvrıldı ve gülümsedi. Bu eğlenceli olacaktı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Born To Die
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Curse of the Gods :: Dünya :: Moskova-
Buraya geçin: