Curse of the Gods
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 1849, Temmuz 6

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Daenerys
Artemis Avcısı
Artemis Avcısı
Daenerys


Mesaj Sayısı : 43
Yaş : 27
Kayıt tarihi : 15/11/11

Curse of the Gods
Karakter Gücü:
1849, Temmuz 6 Left_bar_bleue20/1001849, Temmuz 6 Empty_bar_bleue  (20/100)
Uyarı Puanı:
1849, Temmuz 6 Left_bar_bleue0/101849, Temmuz 6 Empty_bar_bleue  (0/10)

1849, Temmuz 6 Empty
MesajKonu: 1849, Temmuz 6   1849, Temmuz 6 EmptyCuma Kas. 18, 2011 3:32 pm

Etraf karanlık hiçbirşey yok. Işığı görmek istiyorum ama beni terkettiğini çok uzaklarda olduğunu hissediyorum. Ağlıyorum ama gözlerimden yaşlar boşalmıyor. Bedeninden ayrılmış bir ruh gibiyim. Sadece duygularımı hissediyorum. Gözlerimi açıp, kapatıyorum bir süre ama karanlık gitmiyor
hatta daha da derinleşiyor. Neler olmuştu? Nasıl bu duruma gelmiştim?
Anılar canlanmaya başlıyor zihnimde. İlk başta herşey bulanık. Ama saniyeler ilerledikçe netleşiyor.

1849, Temmuz 6

Gözlerim kapalı, ama odamda dolaşan hizmetçinin ayak seslerini duyabiliyorum. Döşemeler hizmetçinin adımları ile adeta bağırıyorlar. Birkaç saniye sonra kalın perdelerin hızlıca açıldığını duyuyorum. Güneş'in ilk ışıkları yüzüme vuruyor usulca. Hizmetçi kadının homurdanan sesi baş ucumdan geliyor. 'Küçük hanım. Küçük hanım.' Gözlerimi birkaç kez kırpıktan sonra baş ucumda duran yaşlı kadına bakıyorum. Gözleri kırışıklar ile kaplı yüzünde adeta simsiyah inciler gibi parlıyor. Teni güneşte aşırı derecede kalmış gibi koyu, balık etli bir kadın. Hizmetçi kıyafeti belinin etrafında adeta pörtlemiş gibi görünüyor. 'Küçük hanım.' Kırışık ellerini bana doğru uzatıyor ve doğrulmamı sağlıyor. Yumuşak yatağında üstünde oturuyorum. 'Evet Madam Loeron, uyandım.' Bana doğru aksi bir yüz ifadesi takındıktan sonra gözden kayboluyor ve elinde kahvaltımın olduğu tepsi ile geliyor. 'Babanız ve anneniz erkenden çıktılar. Erkek kardeşleriniz ise Bay John ile yürüyüşte.' Önüme koyduğu tepsiye iştahla bakıyorum. Madam Loeron'un da iştahla bakarken yakalıyorum ama hiç istifini bozmadan birkaç saniye sonra yüzünü bana çeviriyor. 'Babanız ve anneniz salonda doğum günü hediyenizi bıraktılar. Kardeşleriniz yürüyüşten sonra hediyelerini vereceklerini söylediler. Kahvaltıdan sonra Jane banyonuzu hazırlayacak. İstediğiniz kıyafetler dün gün batımında getirildi. Doğum gününüz kutlu olsun Leydi Adele.' Portakallı meyve suyumdan büyük bir yudum içiyorum ve Madam Loeron'a dönüyorum.'Teşekkür ederim. Kahvaltınızı yaptınız mı Madam Loeron?' Yaşlı kadın bana küçümsermiş gibi bakıyor ve ardından 'Evet leydim. Güneş daha kendini göstermeden mutfakta yemeklerimizi yedik.' 'Peki.' Madam Loeron, hafifçe başını eğdikten sonra odadan çıkıyor.

Kahvaltı tepsini neredeyse ağzına kadar dolu. Tepsiyi bacaklarımdan kaldırıp yatağın üstüne koyuyorum ve yavaş yavaş yemeye başlıyorum. Karnımı iyice doyurduğuma karar verdiğim sırada kapıda beklemekte olan Jane'i içeri çağrıyorum. 'Günaydın Leydi Adele ve doğum gününüz kutlu olsun.' 'Sağol Jane.' Jane, cılız ve yaşıtlarına göre uzun boylu bir kızdı. Kızıl uzun saçlarını her zaman örer ve başının üstünde topuz yapardı. Yüzünde kırmızı çiller olmakla beraber insanın içine okuyan yeşil gözlere sahipti. İnce beyaz ellerini tepsiye uzattı ve sıkıca kavradıktan sonra odadan çıktı. Birkaç dakika sonra geri döndüğünde üstüme beyaz ipek sabahlığımı geçirmiştim. 'Leydim, banyonuzu nasıl hazırlamamı istersiniz. Dün Londra'ya gittiğimde çok güzel kokular aldım. İsterseniz bir karışım ile onları banyoya hazırlayabilirim. 'Çok mutlu olurum Jane. Lütfen.' Jane, kahverengi kapıyı açtı ve arkasından kapattı. Birkaç dakika içinde banyodan su sesleri geliyordu. Yatağımın yanında duran komodine doğru döndüm ve babam ve üvey annemin yazdığı doğum günü mesajına kısa bir bakış attım. 'Tatlım, anne ve ben Fransa'ya doğru yola çıktık. Ama akşama döneceğimize ve senin on dokuz yaşına basmanın şerefine bir davet düzenleyeceğimize emin olabilirsin. Sevgiler Baban.' Küçük kağıt parçasını komodine yeniden bıraktım ve pencereye yöneldim. Babam İngiliz-Fransız işleri ile ilgilenen bir vekildi. Annem, beni doğurduktan iki ay sonra ölmüştü ve babamda altı ay sonra Elizabeth Donnol ile evlenmişti. Aksi, huysuz ve kaba bir kadındı ve iki oğlu vardı. Onun kocası onu terketmişti ama Bayan Elizabeth tüm çevresine onun kayıplara karıştığını söyleyince, Bayan Elizabeth ile düşman olmak istemeyen kısım konuşmalarından vazgeçmişti. Bayodan gelen leylak, gül kokuları ile içime bir huzur çökmüştü.

'Leydim.' Arkamı döndüğümde Jane banyonun önünde duruyordu. Sarı saçlarımı omzundan topladım ve banyoya geçtim. Sıcak su ve birçok çiçeğin kokusu ile sarmanlanmış banyoda tüm sinirlerim gevşemişti. Banyodan sonra Jane ile beraber birkaç hafta önce bir butikte şeçtiğim kıyafetlere göz gezdirdik. Hoşuma giden en güzeli omuzlarından beyaz ipek kumaş ve mavi kumaş ile kıvrılmış askıları olan, mavi ipek kumaşın aşağılara doğru dümdüz indiği ve beyaz kumaş ile tamamlanan eteği, arkasında beyaz danteller ile sırtın bir bölümünü kapalı tutan bir elbiseydi. Jane, sarı saçlarını kabarttı ve ardından dalga dalga inecek şekilde aşağıya doğru sarkıttı. Beyaz dantel bir taç taktıktan sonra beyaz dantelden olan üstünde mavi bir kurdele bulunan eldivenleri giydim. Beyaz topuklu uçları sivri ayakkabıları da giydikten sonra aynada kendimi izlemeye başladım. Jane bu sırada sessizce odadan çıkmış ve kapıyı kapatmıştı. Aynanın yanında duran çekmecelerden birini açtım ve içinden annemin elmas taşlı uzun kolyesini çıkardım. Kolye boynumdan aşağılara doğru uzanıyordu ve güneş ışığının üstünde gezinmesi ile etrafa parıltılar saçıyordu. Birkaç dakika sonra malikanenin önünden gelen at arabasının seslerini duydum. Thomas. Bana dün söylediği gibi güneş tepeye varmadan geleceğini söylemişti. Saat 11.20'idi. Oturaktan kalktım ve hızlı adımlar ile odadan çıktım. Uzun koridoru neredeyse koşarak geçmiştim. Kapı çalmıştı. Madam Loeron'un homurtularını ikinci kattan duyuyordum. Merdivenlerden indim ve kapı açıldığı sırada kendimi kapının önüne attım. Thomas kapının önünde duruyor ve Madam Loeron'a küçük bakışlar atarken beni farkediyordu. Yüzümde bir gülümseme ile ona doğru yaklaşıyorum ve sarılıyorum. Madam Loeron'un aksi homurtuları ve kapıyı çarparak kapatmasını bile umursamıyorum. Bizi izleyen gözlerini farkettiğimde yaşlı hizmetçinin yanakları kızarıyor ve içeriye doğru koşar adımlar ile geçiyor. İçeriden Madam Loeron'un diğer hizmetçilere işlerini yapmaları hakkında bağrışmalarını duyduktan sonra Thomas'tan ayrılıyorum ve ona bakma fırsatı buluyorum. Mavi gözleri ile bana bakıyor. 'Bu kadar güzel olabileceğini düşünseydim güneş doğmadan gelirdim.' Yanaklarımın kızardığını hissediyorum ama önem vermiyorum. 'Ne babam, ne üvey annem ne de üvey kardeşlerim buradalar. Malikane tamamen bana ait.' Üstünde simsiyah bir palto, boğazını tamamen saran beyaz gömlek ve kahverengi yeleği var. Bu sırada salonda duran büyük paketler gözüme ilişiyor. 'Dışarıya çıkmaya ne dersin? Bugün gökyüzü tamamen masmavi ve bu özgürlük ile herşeyi yapabileceğimize inanıyorum.' Gülümsüyorum ve gözlerinde anlam veremediğim bir parıltı dolaşıyor. Umursamıyorum ve elini tutuyorum. Birlikte beyaz uzun koridordan geçiyoruz ve bahçeye açılan kapıya gidiyoruz. Thomas dışarı çıkarken koridorun diğer tarafında karanlık bir gölge farkediyorum içim ürperiyor ama Thomas'ın beni çağırması ile onunla beraber bahçede ilerlemeye başlıyorum. Ormana yakın bir yerde, ormanın derinliklerine giden patikanın fazla uzağında olmayan bir yere uzanıyorum ve gökyüzüne bakıyorum. Thomas'ta yanımda. Thomas'ın şaşkınlığını farkediyorum ama bugün doğum günüm ve özgürlük tüm etrafımı sarmış durumda. Kendimi özgür bir ruh gibi hissediyorum. 'Bugün o kadar mutluyum ki Thomas.' O kadar mutlusun ki gözlerin hiçbirşeyi görmüyor küçük hanım. Çok özgür hareket ediyorsunuz.' Omuzlarım doğruluyorum ve yüzümü yüzüne doğru çeviriyorum. O da bana bakıyor. 'Bugün doğum günüm Bay William. Bunu unutmamanızı isterim. Hem daha doğum günümü kutlamış sayılmazsınız.' Thomas'ta omuzlarında doğruluyor ve yüzünü yüzüme doğru yaklaştıryor. 'Asla unutamacağım bir gün Bayan Brown. Hem size hediyenizi vermek isterim.' Dudaklarıma doğru yöneldiğini farkettiğimde yüzümü yeniden gökyüzüne çeviriyorum. Thomas'da yanağı öpüyor. 'Adele. Burada kimse yok bu malikane ve büyük bahçe şu dağlara kadar uzanan orman bize ait. Neden seni öpmeme izin vermiyorsun? Yoksa hizmetçilerden mi korkuyorsun?'

Bu kadar münasebetsiz konuşması yanaklarımın kızarmasına yol açıyor. Elini kolumda gezdirmeye başlıyor. Tüylerim ürperiyor ama bakışlarımı gökyüzünden ayırmıyorum. Peki Bayan Brown. Benimle yürüyüş yapmaya ne dersiniz? Kendimi affetirmek istiyorum.' Uzattığı elini tutuyorum ve ayağa kalktıktan sonra toprak patikaya yöneliyoruz. Elbisemin eteği kirleniyor. Yürümemiz ile beraber havaya kalkan yapışkan toprak etrafa dağılıyor. Ormana girdiğimizde birşeylerin farklı gittiğini hissediyorum. Karanlık gölgeyi ağaçların derinliklerin de de farkedyorum. 'Thomas şunu gördün mü? Orada birşey var.' Thomas bana küçükseyici bir bakış atıyor. 'Burası orman Adele ve herşey olabilir. Merak etme sadece bir sinacaptır.' Gökyüzüne bakıyorum ağaç dallarının izin verdiği müddetçe güneşin parlak ve gökyüzünün masmavi olmasına karşın uzak bir noktada ayı farkediyorum. Parlak. Sanki güneşin batmasını bekliyor. Büyük kayaların başladığı noktada bileğimi sıkmaya başlıyor. İlk başta anlam veremiyorum ama canımı yakmaya başlıyor. Yerde duran dallara takılmaya başlıyorum. 'Thomas. Canımı yakıyorsun.' Sesim titrek çıkıyor. Bana dönen bakışlarında korkutucu birşeyler var. Elimi bırakmasını istiroum ama her saniye daha da sakıyor. Gri bir kayanın yanına geldiğimizde beni ağaca doğru savuruyor. Sırtım ve boynum ağaça çarpmanın etkisi ile acıyor. 'Adele, bana uzak olan tavırlarından sıkıldım ve işte sana doğum günü hediyem.' Dudaklarını bana doğru yaklaştırıyor ama güçte olsa kafamı çevirebiliyorum. Elleri sıkıca bileklerimi tutuyor ve boynumu öpüyor. Her dakika ondan kurtulmaya çalışıyorum. Gözlerim doluyor çığlık atıyorum ama ormanın sesizliği ve Thomas'ın dokunuşlardan farklı birşey yok. Karanlık gölgeyi ileride birkez daha görüyorum. 'Gücünü topla ve ondan kurtulmaya çalış.' Düşünceler zihnimde beliriyor anlam veremiyorum ama eteği açmaya çalıştığı sırada onu elllerinden kurtulan ellerim ile kaya doğru itiyorum. Bocalıyor ve kayanın üstüne düşüyüyor. Eteklerimi topladığım gibi koşmaya başlıyorum. Koşuyorum ve koşuyorum. 'Adele!' Beni çağıran sesi uzaklaşıyor her dakika ama durmuyorum ormanın derinliklerine doğru koşmaya başlıyorum. Yaşlar ile dolan gözlerim sonunda boşalıyor ve ağlamaya başlıyorum. Ağaçların dallarına, bitkilere çarpıyorum. Elbisem yırtık içinde ve eteğim tamamen çamura bulanmış halde ama umursamıtorum. Ayakkabılar ayaklarıma baskı uyguladığı sırada yürümeye başlıyorum. Gözlerim kararmakta olan gökyüzüne bakıyor. Ay bu gece o kadar parlak ki nefesim kesliyor. İçimde birşeyler kıpırdanıyor ne yapacağımı şaşıyorum. Gündüz ki halinden daha parlak, daha çoşkulu parlıyor. Güç kazanıyor. Güneş yok gökyüzünde. Yıldızlar parıldamaya başlıyor. Ne kadar süre koştuğumu, ne kadar süredir ormanda olduğumun farkında değilim adeta. Nefesim kesiliyor. Ağaçlar ilerdikçe seyrekleşmeye başladı, kayalar ve taşlar daha sık. Kumlar... Bitkin düşmüş ayaklarıma sert, büyük kayalar çarpıyor. Gözlerim kararıyor anlık bir şekilde. Kendimi uçurumun boşluğundan düşerken buluyorum.

***

Netleşen anılar ile bocalıyorum. Ağlıyorum. Ne kadar süre ağladığımı bilmiyorum? Uykuya dalıyorum ve gözlerimi açtığımda yemyeşil bir çayırın ortasındayım. Çimenler, çiçekler etrafıma toplanmış adeta. Hafif esen rüzgar ile ürperiyorum burnuma çiçeklerin taze kokuları doluyor. Uzaklardan buğdayın kokusunu dahi alıyorum. Doğrulmaya çalıştığım sırada rüzgarın bacaklarıma çarptığını hissediyorum. Dizime kadar uzanan kısa beyaz bir elbise va üstümde. Gökyüzünde parlayan güneş ile her dakika daha fazla parlıyorlar. Saçlarım açık ve her rüzgarda savruluyorlar. Gökyüzüne bakıyorum. İkiye ayrılmış ve ortasında duruyorum sanki. Bir tarafta parlayan güneş bir tarafta karanlık ve gizemli ay var. Ayağa kalkıyorum zorlukla. Yumuşak çimenlerin üzerinde çıplak ayakla dolaşmaya başlıyorum. Uçurum var ileride. Aşağıdan gelen dalgalı denizin sesini duyuyorum. Aniden ayı izleyen bir kadın beliriyor ileride. Kahverengi uzun saçları parlak, dalgalı bir şekilde ayak bileklerine kadar iniyor, üstünde benim giydiğim şekilde beyaz bir elbise var ama onun ki daha muhteşem parlıyor. Sırtında duran okları ve yayları görüyorum. Ormadan çıkan küçük bir geyik bize doğru bakıyor. Sonra kadına doğru koşuyor ve ona doğru başını yaslıyor. 'Yanıma yaklaş bakire. Seni görmek istiyorum.' Kadın usulca bana dönüyor ve karşımda muhteşem bir varlık ile karşı karşıyayım. Nefesim kesiliyor karşısında. Bana doğru elini uzatıyor. 'Buraya gel.' Ona doğru yürümeye başlıyorum ve gökyüzünün sınırını geçtiğimde, ay'a doğru yaklaştığımda güneş kayboluyor ve etfaf yıldızlar ile parlayan bir uçurum kenarına dönüşüyor. 'Kızım.' Melodik sesi içime işliyor adeta. Öldüğümü düşünüyorum ve cennetteyim. 'Anne?' Kadının yüzünde bir tebessüm dolaşıyor. 'Gerçek annen olmamakla beraber anneni tanıyorum.' 'Ben öldüm mü? Burası neresi?' 'Burası benim sonuzluğa uzanan kırlarımdır, doğamdır ve sen ölmedin. Ölüme yaklaştığın saniyeler içerisinde seni sonsuz kırlarıma aldım yavrum. Yaşadıklarını gördüm. Seni izliyordum.' 'Kim olduğunu bilmiyorum.' 'Tabi bilemezsin kızım. Sen beni bu vücut bulmuş halimle görmedin. Ama ormanda ki karanlık gölgen ve seni her daim izleyen ay'daydım. Ben Tanrıça Artemis.' Dizlerimin bağı çözülüyor. Babamın Yunanistan'dan getirdiği kitapları hatırlıyorum. Tanrılar ve Tanrıçalar. Olimpos Tanrıları. Avcılığın ve Kırların Tanrıçası Artemis. Tanrıça bana doğru yaklaşıyor. Geyik ormana dalıp gözden kayboluyorken Tanrıça benim gibi yere çöküyor ve ellerini omuzlarıma koyuyor. 'Benim kalbi yaralı küçük kızım. Kendini savunman ve içinde ki masumiyetin beni o kadar etkiledi ki seni kurtarmaya karar verdim. Sana sonsuz ve yeni bir hayat bahşediyorum. Benim avcım ve bakirem olarak.' Artemis'in söyledikleri zihnimde yankılanıyordu. 'Ben...Ben... Ne diyeceğimi bilmiyorum?' 'Sadece yemin et.' 'Tanrıça...Artemis...Sonsuz yaşamda sizin savaşçınız...olacağıma ve bakire olarak kalacağıma yemin ederim.'
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
1849, Temmuz 6
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Curse of the Gods :: Dünya :: Olimpos :: Tanrılar Konseyi-
Buraya geçin: