Curse of the Gods
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Gizli Kapılar

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Audrey Tourniquet
Athena'nın Kızı
Athena'nın Kızı
Audrey Tourniquet


Mesaj Sayısı : 35
Kayıt tarihi : 05/11/11

Curse of the Gods
Karakter Gücü:
Gizli Kapılar Left_bar_bleue4/100Gizli Kapılar Empty_bar_bleue  (4/100)
Uyarı Puanı:
Gizli Kapılar Left_bar_bleue0/10Gizli Kapılar Empty_bar_bleue  (0/10)

Gizli Kapılar Empty
MesajKonu: Gizli Kapılar   Gizli Kapılar EmptyC.tesi Kas. 12, 2011 8:07 pm

Beş yıl evvel.

Gökten sicim gibi yağan yağmurun fısıldayışları etrafta yankılanıyor ve yalnızlığın huşu içindeki senfonisini ortaya koyuyordu. Sık ağaçlar ve uçsuz bucaksız ormanlarla kaplı, daima buz kesmiş vaziyette olan Forks kasabasının bitki örtüsünün seyreldiği bir noktada, karga sürüsü gibi bir kalabalık duruyordu. Ölümün varlığı aralarında kol gezerken, tenha şeritlere masum bir çocuğun biten yaşamını sürüklüyordu sel suları. O kalabalık bakıyordu sadece, gerçekleri görmekten uzak bir vaziyette. Karşıdaki okulun zilleri hafif bir tınıyla çalıyor ve hayatın baharlarını yaşayan çocukları oyuna davet ediyordu. Hevesle oyun bahçesine koşturan çocukların coşkulu haykırışları ölüm kokan yol kenarına dek işitiliyordu. Çemberin orta yerinde, iki minik beden duruyordu. On dört yaşındaki kız çocuğu, ruhu bedeninden ayrılmış vaziyette yerde yatan erkek kardeşiyle birlikte ölmüştü adeta. Omuzları çökük halde yağmurun ıslattığı yerlere oturmuş, az önce sara krizi geçirerek son nefesini veren sekiz yaşındaki kardeşinin nabzını tutuyordu. Kimse sana söylemedi mi ? O nefes almıyor. Zihninde bilinmedik, iktidarlı bir ses tarafından söylenen sözler yankılandığında hışımla kulaklarını tıkadı ve sükunetini bozdu. ''Bana doğruyu göstermeye kalkışma, henüz dibe vurmadım !'' Haykırışı son bulduğu anda, sesiyle tüm gücünü tüketmiş gibiydi. Ne dediğini unutmuş, o an yaşadıklarının vahametini idrak edememişti. Kestane tonlarını almış saçları ıslanarak omzuna düşmüş, yağmurun dokunduğu her zerresi iliklerine dek işleyen soğukla dolmuştu. Badem şeklindeki yeşil gözleri boşlukta bir noktaya kilitlenmişti, o an kimselerin göremediği şeyleri görüyor gibi dalgın ve uzaklardaydı adeta. Kalabalık, tiyatro seyrediyormuşçasına bakıyordu ölümün ayırdığı iki kardeşe. Tutarsızca, umarsızca ve düşüncesizce. Kardeşiyle birlikte ölüme sürüklenmeyi düşleyen küçük kızı bir kişi bile yağmurun ellerinden çekip almıyordu. Herkesin bir şemsiyesi vardı üstelik, altına saklanabileceği. Hayattaki yakınlarıyla birlikte sığınabileceği. Hayattaki en değerli varlığını kaybeden küçük kızda olmayan her şey, onlarda vardı. Görmezden gelseler bile. En sonunda, çelimsiz bedeni dayanamayıp kardeşinin üzerine yığıldı. Soluk teninden renk gitmiş, kirazımsı dudakları kanıyordu soğuktan. Onlar, kendi cennetlerinde kaybolacaklardı.



Günümüz, Olimpos, Tanrılar Konseyi.

Ruhunu teslim ediyordu hatırına geldikçe korkunç anılar. Zalim olan hayat mıydı, yoksa onu devam ettirenler mi ? Sessiz, kendini ifade etmekte güçlük çeken ve insanlardan kaçan bir Savaş ve Bilgelik Tanrıçası kızı olmuştu. Ardına bakmadan geçen yıllar boyunca tek kelime etmemiş, yalnızlığını gölgelerin düştüğü soğuk duvarlara vurmuş ve yaşama sevincini felaketi olan güne mühürlemişti. Orada, yağmurun altında sefil düşerken, ruhunu da bırakmıştı. Hislerini, geçmişini, sevinçlerini içinden koparıp atmıştı. Yağmurla karışık yağan hüzünlere boğulmuştu. O günden sonra yüzüne bakmadığı bir baba, uzun yolların ardından gelen yeni yaşama açılan ardı bomboş kapılar kalmıştı geriye. Mutlu değildi, sadece nefes almıştı. Yaşamıyordu o, sadece canlıydı. Şimdi, defalarca kez karşılaşmasına rağmen sükunetini koruyup dinlediği Tanrıça Athena, annesi, karşısındaydı yine. Tanrıçanın yüzü onu her gördüğündeki gibi acıma ifadesiyle doluydu. ''Benden saklanabilirsin Tanrıça, sakın korkma. Gözlerinle yalan söyleyebilirsin. Ben, senin için yaşayan bir yalandan ibaretim.'' Ona daima Tanrıça derdi, bu ona olan uzaklığının vahim bir göstergesiydi. Düşünmekten kendini alamamıştı yıllarca, acılar içinde kıvranırken onun göklerde bir yerlerde olmasının adaletsizliğini. Kardeşi bir Athena çocuğu değildi, fakat onun kanındandı. Ve Tanrıça, kendi kızının dehşet bir acı çekmesine göz yummuştu. Yıllarca onu gördüğünde acıyarak bakmaktan başka bir şey yapmamıştı üstelik. Gri gözlerini dikkatle kızına çevirerek, istifini bozmadan konuşmaya başladı Tanrıça. ''Bana ne kadar kızgın olduğunu görebiliyorum Audrey. Fakat, ben Kader Tanrıçası değilim. Yaşadıkların vahim acılar olsa da, bunlar seni yenilmez kıldı. Seni daima izledim, gün geçtikçe hayata karşı savaşır oldun. Fakat bu, kendi yaşamından intikam almanı gerektirmez.'' Tanrıça, sert mizaçlıydı. Fakat, Audrey ile her karşı karşıya geldiğinde bambaşka oluyordu. Koruyup, kollamak istiyor ve kimi zaman kendine kızıyordu. Bilgelik, değer verdiklerinin yaşadıkları korkunç olayları öylece izlemek ve hayatla verdikleri savaşları kutlamaksa, bu onun gibi sert mizaçlı bir ilahi varlığı bile zorluyordu. ''Ruhumu onarmayı deneme bile, çünkü ben kırılmadım. Zaten paramparça bir vaziyette sürdürüyorum yaşamımı, meraklanma.'' Böylesine ağır sözleri söylemek Audrey için oldukça zordu. Ancak, hayat ona adil davranmamıştı. Annesi bile. İstediği güce kavuşmuştu kavuşmasına, annesine benzemişti belki de. Asil bir Athena kızıydı o, bilge ve güçlü. Yaşayacağı en ağır trajedileri yaşamış, en değerlisini elleriyle ölüme uğurlamıştı. Artık onu ne yıkabilirdi ki ? Başını sıkıntıyla eğmiş, derin düşüncelere kapılmışken, Tanrıça'nın elinde ışıldayan bir bronz fark etti. Ucunda bronz bir baykuş bulunan kolyeydi bu. O kadar asil bir görünüşü vardı ki, Audrey'nin bile dikkatini çekmişti. Soran gözlerle Tanrıça'ya baktığında, kolye kıvılcımlar saçarak bambaşka bir hal almaya başladı. En sonunda, ucu sivri ve kabzası çeşitli kabartmalarla dolu olan ürkütücü bronz bir hançer çıktı ortaya. Tanrıça, zarif bir şekilde ona uzattı hançeri. Audrey, hançeri eline aldığında gözü ilk olarak kabzasındaki kabartmalara ilişti. Kabzanın üzerinde, ufak tefek siluetler bulunuyordu. Bu siluetlerin kimlere ait olduğunu kavrayınca, gözlerine dolan yaşları güçlükle tutabildi. Zira, kabzanın en görünür yerindeki siluet ölen kardeşine aitti. Diğerleriyse, artık önemsizdi. Yüzüne bakmadığı babası, yendiği canavarlar.. Birbirinden farkı yoktu bunların ona göre. Geçmiş, bitmişti. Geride kalmıştı her biri. Onun adeta hislerini okuyan Tanrıça, hafif bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Mizacını bozmuştu belki, zira o daima gülümseyen bir Tanrıça değildi. Karşısındaki evlatları bile olsa ciddiyetini bozmamalıydı. Sessiz harfler seçiyordu Tanrıça. Gülümsemesi yetiyordu gelecek sözlere, kelimelerin anlamı yoktu artık. Audrey, o hançerin ona ait olduğunu çoktan kavramış ve gitmeye koyulmuştu. Dilinin ucuna kadar gelen sözler, onu zorluyordu. Son sözünü söyleyip, gitmeliydi bu yüce tahtların bulunduğu mekandan. ''Farkındayız, gitmez her şey geldiği gibi. Kardeşim için böyle olmamışsa bile. Belki bu hançer, ruhumu hapsettiğim zamandan söküp alır.'' İstifini bozmadan, asla anne diyemediği Tanrıça'nın ruhuna işleyen gri gözlerine son defa baktı. Ve bir daha ardına bakmadan, yürüdü öylece hayatında açılacak yeni kapılara doğru..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Gizli Kapılar
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Düşmanlığın ardında gizli dostluklar da vardır.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Curse of the Gods :: Dünya :: Olimpos :: Tanrılar Konseyi-
Buraya geçin: